TÜRK HAT SANATI
“Hat Sanatı, cismani aletlerle meydana getirilen ruhani bir sanattır” Hat sanatı, Arap harfleri çevresinde oluşmuş güzel yazı sanatıdır. Bu sanat, Arap harflerinin 6.-10. yüzyıllar arasında geçirdiği uzunca bir gelişme döneminden sonra ortaya çıkmıştır. Türkler ise hat sanatıyla Anadolu’ya geldikten sonra ilgilenmeye başlamışlar ve bu alanda en parlak dönemlerini de Osmanlılar zamanında yaşamışlardır. Hat sanatıyla uğraşan kişiye “güzel yazı yazan sanatçı” anlamına gelen “hattat” adı verilir. Hattatlar yüzyıllar boyu usta-çırak ilişkisi içinde yetişmişlerdir. Bu eğitimin sonunda hattat adayı iki ya da üç hattatın önünde yazı yazarak bir çeşit sınav verirdi. Hattatlar bu yazıyı beğenirlerse altına imzalarını koyarlardı. Buna “icazetname” adı verilirdi. İcazetname almamış kişi hattat sayılmaz, dolayısıyla yazdığı bir yazının altına adını koyamazdı. Türk hat sanatının kurucusu sayılan Şeyh Hamdullah (1429-1520) Arap yazısına daha sıcak, daha yumuşak bir görünüm, Hafız Osman (1642-98) ise estetik bakımdan en olgun biçimini kazandırmıştır. Türkler altı tür yazı (aklâm-ı sitte) dışında, İranlılar’ın bulduğu tâlik yazıda da yeni bir üslup yaratmışlardır. Önceleri İran etkisinde olan tâlik yazı 18. yüzyılda Mehmed Esad Yesari (ölümü 1798) ile oğlu Yesarizade Mustafa İzzet’in (ölümü 1849) elinde yepyeni bir görünüm kazanmıştır. Türk hat sanatı 19. yüzyılda ve 20. yüzyıl başlarında da parlaklığını sürdürmüştür. 1928’de Arap alfabesinden Latin alfabesine geçilince yaygın bir sanat olmaktan çıkıp yalnızca belirli eğitim kurumlarında öğretilen geleneksel bir sanat durumuna gelmiştir. Hat sanatının doğduğu dönemde ortaya çıkan altı tür yazı ile İranlılar’ın bulduğu tâlik dışında başka birçok yazı türü daha vardır. Bunların bir bölümü fazla yaygınlaşamamış, bir bölümü de belli alanlarda kullanılmıştır. Örneğin Türkler’in geliştirdiği divani yazı yalnızca Divan-ı Hümayun’da yazılan önemli belgelerde, yazılması ve okunması özel eğitim gerektiren siyakat ise mali kayıtlarda kullanılmıştır. Kolay yazıldığı için günlük yaşamda yaygın olarak kullanılan bir yazı türü olan rik’a da 19. yüzyılda sanat yazısı durumuna gelmiştir. Rik’a ile altı yazı türünden biri olan rika birbirine karıştırılmamalıdır. Hat sanatında yazılar büyüklüklerine göre de farklı adlarla anılırdı. Duvarlara asılan levhalarda, cami, türbe gibi dinsel yapılardaki kuşak ve kubbe yazılarında, her tür yazıtta kullanılan ve uzaktan okunabilen yazılara iri anlamında celi adı verilirdi. Daha çok sülüs ve tâlik yazının celisi kullanılmıştır. Alışılmış boyutlardan daha küçük harflerle yazılan yazılara hurde, gözle kolay seçilemeyecek boyuttaki yazılara da gubari (toz) denilirdi. EBRU SANATI Ebru, kitre gibi kıvamlaştırıcı maddeler katılarak yoğunluğu arttırılan suya serpilen boyalarla bir desen elde edilmesi, suyun üstüne kapatılan kağıda geçirilmesi sanatıdır. Kâğıt süsleme sanatlarının en önemlilerinden biridir. Bütün Osmanlı sanatlarında olduğu gibi usta-çırak usulü ile öğrenilen ve sanatçının iradesi dı şında birçok değişkenden etkilenen bir sanattır. Ebru; renklerin suyla dansının yarattığı bir ahenktir aslında. Bazı kaynaklar ebrunun, yüz suyu anlamına gelen “ab-ı ru” sözcüğünden, bazı kaynaklar ise Orta Asya dillerinden Çağatayca’da hareli görünüm, damarlı kumaş ya da kağıt anlamına gelen “ebre”den geldiğini söylese de en yaygın kanı, kelimenin kökeninin Farsça; bulutumsu, bulut gibi anlamına gelen “ebri” den gelmekte olduğudur. Zorlu ve emek isteyen bir sanat olan ebru, geri dönüşü olmayan, tekrarı olmayan, çok değişkenli bir sanattır. BATTAL EBRU / Boyaların koyu renkten başlanarak, açık renge doğru fırça yardımıyla Kitreli su üzerine serpilmesiyle elde edilir. Boyalar daha sonra kağıda geçirilir. Basit bir ebru çeşidi gibi görünmekle birlikte, boyaların yüzeyde eşit miktarda ve büyüklükte dağılmasını sağlamak, özellikle ebru yapmaya yeni başlayanlar için pek de kolay olmamaktadır. Diğer ebru çeşitlerine geçebilmek için önce Battal Ebruyu doğru yapmak gerekir. GEL – GİT EBRUSU / Battal Ebru yapıldıktan sonra ince bir çubuk yardımıyla üzerine paralel çizgiler çekilerek oluşturulur. ŞAL EBRUSU / Gel-Git Ebrusu yapıldıktan sonra yine ince bir çubuk yardımıyla enine üç adet, boyuna da iki adet ( S ) harfi, bunların aralarına da istenildiği gibi kavisler çizilerek hazırlanır. BÜLBÜL YUVASI / Giderek küçülen damlalar halinde serpilen boya ile yapılan battal ebru üzerine, bir iğne yardımıyla dıştan içe doğru sipiraller yapılır.Bu sipirallerin sayısı,hatip ebrusunda olduğu gibi uzun kenar boyunca 5,kısa kenar boyunca 4’tür.Bülbül yuvası yan kağıdı ya da yazı etrafında dış pervaz olarak kullanılır.Uzun kenara paralel şekilde 4 eşit parçaya ayrılan ebrunun her bir parçası,levhanın bir kenarına monte edilir. SOMAKİ (MERMER) EBRUSU / Gel-Git veya şal Ebrusu üzerine fırça yardımıyla Battal Ebru yapılarak elde edilir. TARAKLI EBRU / Ebru teknesinin eninden 5 mm. küçük tahtalarla, belli aralıklarla dizilmiş toplu iğne, tel veya ince çivi ile hazırlanan taraklar kullanılarak yapılır. Önce Gel-Git Ebrusu oluşturulur, daha sonra Gel-Git enine hazırlandıysa boyuna, boyuna hazırlandıysa enine tarak yardımıyla tarama yapılır. Eğer istenirse üzerine enine veya boyuna ” S ” harfleri çizilerek taraklı şal ebrusu oluşturulur. HAFİF EBRU / Üzerine daha sonra yazı yazmak için oluşturulan, renkleri soluk ve cansız ebrulardır. Burada yazı ön plana çıkar. Hazırlanan kitreye su ilave etmek ve boyalara da damlalık yardımıyla öd ve su, ilave edilerek oluşturulan malzemeyle yapılır. AKKASE EBRU / Arap zamkı kullanılarak hafif Ebrunun bazı kısımları kapatılır. Sonra daha koyu bir ebru yapılır. Arap zamkı sürülen yerler ikinci boyaları almazlar, boş kalan bu yerlere daha sonra yazı veya Tezhip yapılabilir. KUMLU-KILÇIKLI EBRU / Tekne iyice kullanıldıktan sonra dibinde kalan kitreden bu çeşit ebru yapılır. Kitrenin kirlenmesiyle oluşan mukavemet ve boyadaki su oranının az olmasıyla, teknede boyaların çatlaklar oluşturmasıyla elde edilir. YAZILI EBRU / Arap zamkıyla yazılan yazıların olduğu kısım boya almaz ve o bölüm boş kalır. Yazılı Ebruyu hem Hat hem de Ebru sanatı ile uğraşan sanatçılar yapmışlardır. HATİP EBRUSU / Zemine Battal Ebru yapılır, sonra Hatip Ebrusunda kullanılacak renkler seçilir. Tekneye boyuna ve enine dört-beş adet eşit aralıklarla boya damlatılır, içlerine diğer renkler de aynı şekilde damlatılır. Burada boyaların çaplarının eşit olmasına dikkat etmek gerekir. Daha sonra üzerlerine çubuk yardımıyla şekil verilir. ÇİÇEKLİ EBRULAR / Zemine Battal Ebrusu yapılıp üzerine çubuklar yardımıyla lale, gelincik, karanfil, papatya gibi çiçekler yapılarak hazırlanır. HAFİF EBRU-TA’LİK EBRUSU / Hattatlar tarafındandan üzerine yazı yazılmak üzere suyu ve ödü normalden fazla boyalar kullanılarak yapılan pastel renkli şal ebrusudur. NEFTLİ BATTAL EBRU / Battal ebrunun en son atılan rengi neftli bir boyadan seçilerek yapılır.Yan kagıdı olarak ya da levha kenarında dış pervaz olarak kullanılır. ZEREFŞANLI EBRU / Bu aslında doğrudan bir ebru adı değildir.Kıt’a minyatür ve levhaların çevresine yapıştırılan ebrunun üzerine sonradan ezilmiş varak altın serpilerek elde edilir. ALTINLI EBRU / Ebru boyalarının içine altınıda da dahil ederek yapılan ebru çeşididir.Çok pahalıya mal oluşu nedeniyle pek kullanılmamaktadır. CAMALTI SANATI Camaltı sanatı, ağırlıklı olarak dini konuların ele alındığı bir halk sanatıdır. Eskiden camaltı eserlerin afet ve hastalıklardan koruyarak şans getirdiğine inanılırdı. Bu nedenle halk, camaltı resimleri ev ve dükkânların duvarlarına asardı. Camaltı sanatı, cam arkasına çeşitli şekil ve renklerde uygulanan bir teknik. Camaltı sanatı, tuval ya da kağıda yazı yazmak ve resim yapmaktan çok farklı. Çünkü camın arkasına yapılan işlem, cam çevrildikten sonra ters görünüyor. Bu nedenle, kompozisyonun bitmiş şeklini tasarlayıp tersten başlamak gerekiyor. Ustalar eseri sondan başlayıp tamamlıyor. Cam çevrildiğinde sağda görünmesini istediği bir şekli sola, solda görünmesini istediğini de sağa yapması gerekiyor. Eserlerin koruyucu olduğuna inanılıyordu. Camaltı sanatı, toplumun kültürü ve gelenekleri doğrultusunda, onun inanç ve duygularına hitap eden, ağırlıklı olarak dini konuların ele alındığı bir halk sanatı. Eskiden halk, camaltı eserlere çok değer veriyordu. Evlerin dışında kahveler, şekerciler, berber dükkanları ve tekkelerin duvarlarına camaltı eserler asılıyordu. Özellikle kahveler dönemin sanat galerileri gibiydi. Çok sayıda camaltı eserler kahvelerde sergileniyordu. Dinikonular işlendiği için halk, camaltı eserlerin afet, nazar ve hastalıklara karşı koruyucu güç olduğuna, uğur ve bereket getirdiğine inanıyordu. Halk sanatçıları da halkın ilgi gösterdiği konular doğrultusunda çalışmalarını yaptılar. Sultanahmet Camii ve Selimiye Camii gibi ünlü camilerin resimleri buna örnek gösterilebilir. Türk camaltı hat sanatı eserlerinde çok fazla renk kullanılmıyordu. Koyu renk fona açık renk yazı, koyu renk yazıya da açık renk fon kullanılıyordu. Arka fona parlak ve yaldızlı kağıt yerleştirilerek ışıltılı bir renk elde ediliyordu. TEZHİP SANATI Arapça “Zehep” (Altın) sözcüğünden gelir. Altınlamak, altın ile süslemek demektir. Altın ve boya ile yapılan bezeme sanatıdır. Tezhip yapan sanatçıya da Müzehhib denilir. Tezhibin ana teması desendir. Deseni motifler oluşturur. Motifler tamamen matematiksel bir düzen içinde çizilmiş geometrik şekiller üzerine yerleştirilir. Bu geometrik şekillerle hiçbir yüzyılda oynanmamış ve değiştirilmemiştir. Motifler daima simetrik olarak yerleştirilmiştir. MİNYATÜR SANATI Minyatür, çok ince işlenmiş ve küçük boyutlu resimlere ve bu tür resim sanatına verilen addır. Ortaçağda Avrupa’da elyazması kitaplarda baş harfler kırmızı bir renkle boyanarak süslenirdi. Bu iş için, çok güzel kırmızı bir renk veren ve Latince adı “minium” olan kurşun oksit kullanılırdı. Minyatür sözcüğü buradan türemiştir. Bizde ise eskiden resme “nakış” ya da “tasvir” denirdi. Minyatür için daha çok nakış sözcüğü kullanılırdı. Minyatür sanatçısı için de “resim yapan, ressam” anlamına gelen nakkaş ya da musavvir denirdi. Minyatür daha çok kâğıt, fildişi ve benzeri maddeler üzerine yapılırdı. Minyatür, doğu ve batı dünyasında çok eskiden beri bilinen bir resim tarzıdır. Ama minyatürün bir doğu sanatı olduğunu, batıya doğudan geldiğini ileri sürenler vardır. Doğu ve batı minyatürleri resim sanatı yönünden hemen hemen birbirinin aynı olmakla birlikte renk ve biçimlerde, konularda ayrılıklar görülür. Minyatür, kitapları resimlemek amacıyla yapıldığından boyutları küçük tutulmuştur. Bu ortak bir özelliktir. Doğu ve Türk minyatürlerinin bazı başka özellikleri de vardır. Bu minyatürlerin çevresi çoğu kez “tezhip“ denen bezemeyle süslenirdi. Minyatürde suluboyaya benzer bir boya kullanılırdı. Yalnız bu boyaların karışımında bir tür yapışkan olan arapzamkı biraz daha fazlaydı. Çizgileri çizmek ve ince ayrıntıları işlemek için yavru kedilerin tüylerinden yapılan ve “tüykalem“ denen çok ince fırçalar kullanılırdı. Boyama işi için de çeşitli fırçalar vardı. Resim yapılacak kâğıdın üzerine arapzamkı katılmış üstübeç sürülürdü. Renklere saydamlık kazandırmak için de bu yüzeyin üzerine bir kat da altın tozu sürüldüğü olurdu. HATTAT ALETLERİ; MAKTA / 2-3 cm eni,10-20 cm boyu olan, 2-3 mm kalındığında kemik veya fil dişi bir plakadır. Bağa ve sedeften yapılan da makbuldür. Makta üzerinde, kamış kalemin çapına uygun yive bulunan küçük bir çıkıntı bırakılmıştır. Makta’ın bir ucuna doğru yer alan bu yive , kalemin sap tarafı , sağa sola kaçmaması için tespit edilir;kalemtıraşın keskin ağzı, kalemin boyuna paralel olarak tutulup iç veya dış tarafından kalem şakkolunur, yine yive oturtularak kalemin kattıda tamamlanır. KALEMTRAŞ / Tig denilen kesici kısım, kıymetli malzemeden yapılmış sap ve bu ikisini birbirine bağlayan parazvanadan meydana gelir. Boyu 10-20 cm arasındadır. KAMIŞ KALEM / Kamış Kalem koparıldığında yazmaya elverişli değildir.Bu yüzden tezek altında bekletilir, pişip sertleşmesi sağlanır.Boğum araları en az bir karış kadardır. Sert bir zemine 15-20 cm den bırakıldığında çevik genç ve dinç bir ses çıkarır. HOKKA / Küçük Kutu” manasına gelen Arapça bir kelimedir. Yazı yazmak için kamış kalem ve is mürekkebinin kullanıldığı devirlerde, yazı takımlarında veya yazı çekmecelerinde yazı yazmak için kamış kalem ve is mürekkebinin kullanıldığı devirlerde, yazı takımlarında veya yazı çekmecelerinde hokka olarak okur-yazar zümrenin üzerinde taşıması için ise divit şeklinde mutlaka bulunan mürekkep hokkası, kültür hayatımızın en mühim unsurlarından biriydi. Madeni hokkalar, müstakil olmaktan ziyade, içine kamış kalemlerin konulduğu kubur denilen, silindir biçimindeki kalemdanların dip yanına çıkıntılı olarak tutturulurdu. KUBUR / İçine kamış kalemlerin konulduğu, silindir biçiminde kalemlik. MÜHRE / Kâğıtlar aharlandıktan sonra parlatma için kullanılan âletin adıdır. Bazen kalemtıraş kabzasının ucu da bu iş için kullanılmıştır. Kaymasını sağlamak için biraz sabun sürülür. Müzehhiplerin altını parlatmak için kullandıkları akike de mühre denilmiştir. KISA BİLGİLER; TEKKE / Tekkeler, İslam ahlakının, tasavvuf ilminin öğretildiği ve tatbik edildiği, Tarikat etkinliklerinin yürütüldüğü yapılardır. Tekke anlamında dergâh, hankâh, âsitane sözcükleri de kullanılır. Tekke yapılarının büyüklüğü tarikatlara göre değişir. Tek bir mekândan oluşan tekkelerin yanı sıra, geniş alana yayılmış birçok yapıyı barındıran külliye görünümlü tekkeler de vardır. Türkiye’de 1925’te çıkarılan bir yasayla tekkeler kapatılmış, tarikat etkinlikleri de yasaklanmıştır. Sonradan bazı tekke yapıları müze olarak ziyarete açılmıştır. İslamiyetin öğretilmesinde medreseler gibi tekkelerin de önemli hizmetleri olmuştur. Tekke ve Medreseler tarih boyunca hep tevhid inancını savunmak üzere teşkilatlanmışlardır. Tekkelerden yetişenlerden Mevlana Celaleddin-i Rumi, Yunus Emre, Erzurumlu İsmail Hakkı gibi sayısız büyük veliler, yaşadıkları asırlara, eserleri ve yaşayışlarıyla mühür vurmuşlardır. Bu büyükler, insanlık tarihinin şeref levhalarıdır. Tekkeler bu hizmetlerin yanında çeşitli dert ve sıkıntılarını, gönül yorgunluklarını dindirmek için, Müslümanların bir araya gelip dertleşmelerini, birbirlerine yardımcı olmalarını sağlamış, böylece ferdin toplum hayatına kazandırılmasında mühim bir rol oynamıştır. Bir çeşit ruh sağlığı, ahlak okulu olmuştur. Ayrıca tekkeler, boş zamanları değerlendirmede de faydalı olmuşlardır. Tekke edebiyatının gelişmesiyle edebiyat dünyası da, manen zenginleşme imkanı bulmuştur. Burada yetişen şairler, ilahi aşkın verdiği haz ve zevki, kaside, nat gibi şiir türleriyle dile getirmişlerdir. İCAZET / İcazet, Osmanlı döneminden kalma bir Türkçe terimdir. Aynı zamanda yaygın kullanılan bir dinî terimdir ve özellikle tasavvuf kültürü içerisinde daha özelleşmiş bir anlama sahiptir. İcazet, bir üstatdan ders görmek, yazının usül ve karakterini nazarî ve amelî olarak tahsil etmek, yazdıklarına imza koyma selahiyeti kazanmak ve bunu resmen tevsik etmek manasına gelen belgedir. İmzaya izin vermeye icazet verme, bu salahiyeti almaya da icazet alma denir. Bu usül gereğince olgunlaşan talebe hangi yazıları meşketmişse ekseriya bir kıt’a, bazen de bir murakka’ veya hilye, yahud bu gibi bir levha yazar (bir tez hazırlar) hocasına verir. Hocası veya hocaları bunu tetkik ederek talebenin ehliyet derecesini takdîr ve tâyin eder, levhanın altına talebenin ve kendilerinin adlarını yazar. KUFİ YAZI / Kufi yazının en temel karakteri geometrik olmasıdır. Kûfi’nin hangi çeşidi göz önünde bulundurulursa bulundurulsun, bu yazıda en çok göze çarpan şey, bütün mimarlık eserlerinde olduğu gibi, parçacıkların dikey, yatay olmasıdır. Kûfi, sülüs ve nesih dediğimiz yazı türleri kadar yalınlaştığı bezemelerinden soyulduğu zaman bile bu geometriklik karakterini kaybetmemektedir. Kufî her şeyden önce geometrici bir zekânın doğurduğu bir yazı soyudur. KARALAMA / MEŞK / TALİM / Hattatların yazı yazmaya başlamadan önce ellerini alıştırmak veya boş zamanlarında ellerinin hassasiyetini kaybetmemeleri için yaptıkları harf veya kelimelerden oluşan yazı denemelerine ‘meşk’ adı verilir. Kâğıtta hiç boş yer bırakmadan, ters veya düz, hattâ üstüste yazılan bu tip yazılara ilk bakışta karalanmış gibi görünmelerinden dolayı ‘karalama’ da denir. ESMA-ÜL HÜSNA / (Arapça: El Esmâ ül Hüsnâ / Güzel İsimler), İslam dini terimi. Allah’ı anmak için kullanılan isimlere verilen genel addır. Allah, İslâm dinindeki ilâh için kullanılan ana isimdir ve bu ismin Allah’ın tüm sıfatlarını beraberinde bulundurduğuna inanılır. Allah’ın 99 adı adıyla anılan 99 ismi ise İslâm literatüründe önemli bir yer edinmiş Allah’ın 99 adet ismini anmak için kullanılan isimdir. Allah’ın isimlerinin genel olarak kaynağı Kur’an’dır ve Kur’an’da Allah’ın isimlerine ve O’nun anılışına dâir çeşitli âyetler bulunmaktadır (İsrâ sûresi 110. âyet gibi). Âraf Sûresi 180. âyet şöyledir: “En güzel isimler Allah’ındır. O’na o güzel isimleriyle dua edin. Ve O’nun isimleri hakkında gerçeği çarpıtanları bırakın, onlar yaptıklarının cezasına çarptırılacaklardır.” RAHLE / Rahle üzerinde yazı yazmak, kitap okumak ve özellikle Kur’an-ı Kerim’in tilâvetine uygun olması için yapılmış küçük ve dar masadır. Üzerine Kur’an-ı Kerim, kitap vs. konulmasına müsait ve yanına oturup okumak için iki yandaki ayakları oymalı, kenar pervazları ve üzeri düz tahtadan yapılmış masa veya küçük sıraya “rahle” adı verilmektedir. Birbirine geçmiş iki tahtadan yapılanlarına “geçme rahle” denilir. Rahleler genelde iki çeşittir. Biri sabit ve üstü düz; diğeri açılıp kapanmaya uygun bir şekilde iki ayaktan oluşur ki, bu iki ayak açıldığında rahle, “X” şeklini alır. Osmanlılarda medreselerde müderrisler, muallimhanelerde de hocalar, yüksekçe bir minder üstüne oturarak ders verirler ve önlerinde, kitap koymak için düz bir rahle bulundururlardı. Osmanlı’da rahle yapımı oldukça önem arzeden bir sanattı. Özellikle Kur’an-ı Kerim’i -saygı nişanesi olarak yerden yüksekçe bir yerde tutmak, rahatça okumak ve bir yerden diğer bir yere kolayca nakletmek amacı ile yapılan rahlelerin yapımında sanatkârlar en iyi malzemeleri kullanıyorlardı ve yükseklik gibi ergonomiyi etkileyen faktörleri göz önünde bulunduruyorlardı. Yekpare tahtadan, dişli geçme olarak, iki kanatlı, açılır kapanır tarzdaki ilk rahleler Anadolu Selçukluları zamanında yapılmıştır. Bilhassa XV. ve XVI. asırdan itibaren fildişi, sedef, abanoz, bağa vs. malzemeler kullanılarak geometrik şekillerde kafes oymalı (ajurlu) rahleler imal edilmiştir. Fildişi ve sedef işçiliği örneklerine daha sonraki dönemlerde rastlanmıştır.