top of page

AŞKTAN TUTKUYA...

Dedem HÜSEYİN KOCABAŞ anısına…

Koleksiyonculuk bir tutkudur, aşktır, gönül işidir. Koleksiyoncu vitrinlerinde sergilediği eserlerini, beyninde ruhuna da sergilemelidir. Araştırmalı sıkıntısını çekmeli. Tabii ki bedel ödeyerek sahip olmalı, ama sadece para değil. Eski değil, eski sanat eserleri toplamalı yada tarihe ışık tutan eser özelliği taşıyan parçalara eğilmeli. Koleksiyonunun nefes aldığını, yaşadığını ve kişiliği oluştuğunu hissetmeli ve sağlamalı. Yoksa, ne önemli müzeler, ne büyük servetler harcanarak oluşturulan koleksiyonlar küf kokuları içinde kendilerini mecburiyetten dolayı gezecek yegane ziyaretçileri okul otobüslerini bekleyip, içindeki eserler gibi tarih olup yok olmaktan kurtulamazlar. Aksine tarih olmak o kadar güzel ki, bu sıfat eğer başkaları tarafından yakıştırıldı ve benimsenildi ise. Her devrin, her memleketin bir tarihi ve o tarihlerle özdeşleşen kişileri var. Zannetmeyin ki bu kişiler kendi imkanları ile tarih olma sıfatını kendileri ile özdeşleştirdiler. Bulundukları ortam, tutkuları, aşkları bu kişileri tarihte birer yaprak yaptı. İşte böyle kişilikler sanat dünyasında da var. Enteresan yönü, bir elin parmakları kadar az bile olsa, plastik sanatlar ve diğer sanatlarla ilgilenen sanatkarlar harici onların ürettiklerini ve dünya medeniyetlerinin sonsuzluğundan intikal eden nadide eserleri toplayan veya araştırmaları ile onları tamamlayan ve yaşatan kişiler de mevcut. Unutmayın; Sadece savaş ve zaferle tarih olunmaz…… Dokuz yaşında bir ferdin, daha doğrusu bir çocuğun aklının yetip ilgisinin doruğa ulaştığı bir anda harçlığıyla şekerleme yerine 1918 yılının Bursa’sında tarihi eser ve antika alacak kadar, ilkokul harici bir öğrenim görmeden tarihte varolup da yokolup giden lisanlar da dahil bir çok lisanı ana dili gibi bilecek, bu lisanlarla konferanslar verecek, makaleler yazacak, ömrünün sonlarında gözleri görmediği halde tüm duyularını parmaklarında toplayarak ekpertiz yapacak, tutkusunun paralelinde kitaplar yazacak. Koleksiyonu ile öyle bir müze oluşturacak ki dünyada bir eşi benzeri olmayacak, profesyoneller dahi dünyanın bir başka ucundan gezmeye, görmeye, öğrenmeye onun ilminden bir zerre kapabilmeye,onun kendi içindeki okuldan mezun olabilmeye akın edecek. Ve bu onun sadece tutkusuna yüce bir aşkla bağlanmasından doğacak… Bu bir tutkunun dedem merhum “Hüseyin Kocabaş” ın hikayesi. Onu “Sanatın Kabesi” yapan, “İmparator” sıfatına yücelten bir tutkunun öyküsü. 10’a yakın sanat ve sanat eserleri ile ilgili kaynak kitap ve araştırma yazan, bunların yanına “Manzum Facia”, “Bursa’da Yatanlar” gibi bir çok edebi yapıtları da ekleyen, yabancı üniversiteler ve bilim çevreleri de dahil Louvre, British, Metropolitan uzmanlarına ışık tutan, Merhum Sevgi Gönül’ün de dediği gibi “Türk Kültürüne ve mirasına dünyanın gözünde itibar kazandıran Hüseyin Kocabaş”ın efsane olması; tabii ki eser toplamakla,koleksiyon yapmak arasındaki farkın kendi tarafından derinlemesine irdelenmesinden ve insanlığın binlerce yıllık mirasına hükmetme aşkından kaynaklanıyor. Sanat eserlerinin kanatları vardır, uçup giderler, beraberlerinde bir çok şeyi de götürürler. Sadece miraslar kalır. Miraslar da sahip çıkılmak, yüceltilmek içindir, sahipleri de bundan nasiplerini alırlar. Dünya medeniyetlerinin bizlere bıraktıkları da işte böylesine miraslardır. Evvelki uygarlıkların yerini yeni uygarlıklara devretmesi, bu işlem esnasında da tüm kültür ve döneminin gizemli eserlerini bırakması büyük sorumluluk ve özveri isteyen bir olgudur. Bu olguya sahip olmak değil, korumak ve tekrar bir sonraki nesillere aktarmak zor olandır. Bu sebeptendir ki nice “Hüseyin Kocabaş” ların bize bıraktıkları mirasları korumak, sahip çıkabilmek, geliştirmek ve en önemlisi de layık olabilmek bizler için en önemli hayat felsefesi olmalıdır.

bottom of page